Gürcistann da İslamiyetin Dünü Bugünü

>> Gürcistann da İslamiyetin Dünü Bugünü

"Uluslararası Gürcistan'da İslâmiyetin Dünü, Bugünü, Yarını Sempozyumu"nun açılışı 6 Mayıs Cuma 17.00’de, oturumları ise 7-8 Mayıs 2016 tarihlerinde 10.00-19.00 saatleri arasında Topkapı Yerleşkesi'nde gerçekleştirilecektir. 

Osmanlı Dönemi Batum, Gönye, Acara ve Maçahel Vakıfları
Abdullah Bay

ÖZET
Herhangi bir karşılık beklemeden taşınır veya taşınmaz malların toplum yararına tahsis edilmesi olarak tanımlanan vakıflar, Osmanlı şehirlerininkurulması ve gelişmesinde önemli görevler üstlenmişlerdir. Yine, sosyal ve kültürel hizmetler,imar faaliyetleri, hayır kurumlarının inşası ve hizmetlerinin devamının sağlanması gibi hizmetler de büyük ölçüde vakıflar aracılığıyla gerçekleştirilmiştir. Bu çalışmada, eski Osmanlı toprakları olan Batum, Gönye, Acara ve Maçahel bölgelerinde tesis edilmiş olan vakıflar ele alınarak vakıf kurucularının kimlikleri, vakıf gelirleri, görevlileri ve vakfettikleri taşınır ve taşınmaz mallar incelenecektir. Ayrıca, Osmanlı döneminde Batum çevresindeki kazalar, kasabalar, köyler ve mahalleler tespit edilerekhizmet veren vakıflar ve yerine getirdikleri görevler üzerinde durulacaktır. Böylece bu yerlerin dinî, idarî, sosyal ve toplumsal yapısı ortaya çıkarılacaktır.
Anahtar Kelimeler:Gürcistan,Batum, Acara, Maçahel, Vakıf, Cami, Medrese, Mescit.
ABSTRACT
KeyWords:

 

AHISKA TÜRKLERİNİN SÜRGÜNÜ VE TÜRKİYE’YE GETİRİLME ÇABALARI
Yrd. Doç. Dr. Nasrullah UZMAN
Ahıska Türkleri, bugünkü Gürcistan sınırları içerisinde bulunan Ahıska bölgesinden Stalin’in tek bir emriyle 14 Kasım 1944'te "sınır güvenliğini tehdit ettikleri" suçlamasıyla Sibirya’ya ve Türkistan’ın değişik bölgelerine sürgün edilmişlerdir. Sürgün ve zulüm Sovyet Rusya idaresine yabancı olmayıp; daha önce de birçok kez on binlerce insanı sürgüne tabi tutulmuştur. Bununla birlikte Ahıska Türklerinin sürgünü, Sovyet Rusya’nın o güne kadar aldığı en acımasız ve insanlık dışı karardır. Çünkühenüz II. Dünya Savaşı başlamadan önce Ahıska Türklerinden eli silah tutanlar askere çağrılmıştı ve savaşın başlamasını müteakiben Sovyet Rusya ordusu içinde canları pahasına savaşıyorlardı. Erkekleri Sovyet Rusya için canları pahasına cephede savaşırken, savunmasız kadın, yaşlı ve çocuklar aynı Sovyet Rusya tarafından sürgün ediliyordu.
İki saat içerisinde uygulanan sürgün kararı, binlerce Ahıska Türk’ünün yaşamını yitirmesiyle sonuçlanmıştır. Vatanlarından bir gecede sökülüp atılan Ahıska Türklerinin üçte ikisi sürgün yolunda hayatını kaybetmiştir. Geri kalanlar ise sürüldükleri coğrafyada acı, zulüm ve gözyaşından başka bir şey bulamamıştır. Sürüldükleri mecburi iskân mahallerinde açlık ve hastalığın yanı sıra ağır şartlarda çalışmak zorunda bırakılan Ahıska Türklerinden sürgün kararına karşı koyanlar kurşuna dizilmiş; sürüldükleri yerlerden kaçmak teşebbüsünde bulunanlar cezalandırılmış; resmi makamlara müracaat ederek sürgün kararını eleştirenlerin akıbeti de aynı olmuştur. Tüm engellemelere ve cezalandırmalara karşı Ahıska Türklerinin mücadelesi de vatan özlemi de hiç bitmemiş; aksine her engel daha da güçlendirmiştir.
İlerleyen süreçte Sovyetler Birliğine bağlı 7 Türk Cumhuriyetine dağılan Ahıska Türkleri, henüz 1944 sürgününün yaralarını saramamışken, bu kez de 1989 yılında Özbekistan’da yaşanan hadiseler sonucunda onlarcasının yaşamını yitirdiği ve yüz bine yakınının da yerinden edildiği ikinci bir sürgüne maruz kalmışlardır.
Ahıska Türkleri için 1944’te başlayan sürgün Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla son bulmamıştır. 1990’lı yıllardan itibaren Ahıska Türklerinin bir kısmı yurtlarına dönebilmişse de önemli bir kısmı halen vatanlarına hasret yaşamaktadır. Bugün dahi Ahıska Türkleri başta eski Sovyet coğrafyası olmak üzere dünyanın değişik bölgelerinde çok zor şartlar altında hayatta kalma mücadelesi vermektedir.
Ahıska Türklerinin dramına Türkiye kayıtsız kalmamış ve onların Türkiye’ye gelme istekleri geri çevirmemiştir. 1991-2015 tarihleri arasında 20.000’den fazla Ahıska Türk’ü Türk vatandaşlığına alınmış; bir o kadarına da çeşitli sebeplerle ikamet izni verilmiştir. Türkiye, ayrıca Ahıska Türklerinin dramına kayıtsız kalmamış; Ahıska Türklerinin sorunlarının uluslararası arenada da takipçisi olmuştur.
Bu çalışmada, Ahıska Türklerinin sürgünü, sürgün sırasında verdikleri kayıplar ve yaşadıkları acılar, sürüldükleri bölgelerdeki yaşamları, Türkiye’ye göçleri ve iskân edilmeleri, iskân edildikleri bölgeler; sağlanan imkânlar ve Türkiye’nin Ahıska Türkleri politikası değerlendirilecektir. Bu kapsamda arşiv belgelerinden, dönemin gazetelerinden, Türkiye’ye göç eden Ahıska Türkleri ile yapılan röportajlardan ve konu ile ilgili telif-tetkik eserlerden faydalanılacaktır.

 

Bolşevikliğin İlanından Sonra Acaristan Muhtariyetinde İslamiyet’in Durumu ve Kurumlarda Tesis Edilme Meselesi (Kızıl Acaristan Salnamesine Göre)

Taner GÖKDEMİR

Acara Bölgesinin, Osmanlı İmparatorluğu’nun hâkimiyet alanına girmesinin ardından ortalama 3 Yüzyıl kesintisiz olarak imparatorluğa bağlı yaşamıştır. Bu süre zarfında Acara bölgesi ve Acaralılar, Osmanlı Arşivinde de rastlanması mümkün olan belgelerde de görüldüğü üzere peyderpey İslamiyet’i kabul etmişlerdir. Osmanlı İmparatorluğu’nun milletleri ve dini cemaatleri yönetme sisteminde, İslam Cemaati temel alınarak yönetilmiş ve geçen süre zarfında kendilerinin yerel özelliklerini ve İslam medeniyeti öğelerini birleştirerek uzun yıllar yaşamışlardır. 1877-78 Osmanlı-Rus Harbinden sonra yapılan Berlin Anlaşması ile Elviye-i Selâse olarak anılan ve Batum-Acara bölgesini de kapsayan alanın savaş tazminatı olarak Rusya’ya verilmesi bölge ile ilgili dönüm noktası olacaktır. Bölge halkının önemli bir kısmı Hristiyan olan Çarlık Rusya’sının egemenliği altında yaşamak istemedi ve İmparatorluğun orta ve batı kesimlerine göç etti. Bunun en önemli sebebi dini özgürlüklerinin ortadan kalkacağına dair endişeleriydi.

Çarlık Rusya’sının yıkılmasının ardından Batum ve Acara Bölgesi art arda farklı Devletler ve farklı gruplar tarafından yönetilmişti. Bu buhranlı günlerde Özerk bir yönetim fikri de ortaya çıkmıştı. Nihayetinde Bolşevik Rusya ve TBMM arasında yapılan anlaşma ile Gürcistan’a bağlı olarak Batum’un da içerisinde bulunduğu Acara Özerk Muhtariyeti kuruldu. Yerel bir yönetime sahip olan Acaralılar kültürlerini ve dinlerini bu yönetim biçiminde özgürce yaşama sevinci içerisindeydiler. Lakin yakın bir zamanda Batum’a Kızıl ordunun gelmesi ve Bolşevikleşme gerçekleşince halk arasında yine Çarlık döneminde olduğu gibi yaşamlarına ve dini inanç ve ibadetlerine müdahale edileceği endişesi doğdu. Bu husus Menşevikler tarafından da propaganda aracı olarak kullanılmakta ve geniş bir etki alanı oluşturulmaktaydı. İşte bu noktada Acara Kızıl Meclis delegeleri yapmış oldukları konuşmalarda ve aldıkları kararlarda halkın bu endişelerinin giderilmesi için adımlar atmışlar ve kanun olarak maddeleştirmişlerdir. Bu maddelerde, din adamlarının yetiştirilmesi, dini mekânların yapılması ve Vakıflar meselesi de bulunmaktadır.
Bu bildiri; Osmanlı Arşivi belgeleri, Cumhuriyet Arşivi Belgeleri, TiTE Arşivi Belgeleri, kaynak eserler ve bilhassa Kızıl Acaristan Salnamesinden faydalanılarak yazılacaktır.

 


XIX. Yüzyılda Batum ve Çevresinde Demografik Durum
Murat Kaya
ÖZET
XIX. yüzyılda Batum, gerek stratejik, gerekse ekonomik açıdan Trabzon Eyaletine bağlı önemli bir şehirdi. XIX. yüzyılda şehir demografik yapı ve kültürel olarak Müslümanların ağırlıkta olduğu bir yapı arz ediyordu. XIX. yüzyıla gelindiğinde Rusya’nın Kafkasların güneyine sarkması sonrasında Osmanlı devletinin Kafkasya’daki hâkimiyeti ciddî şekilde sarsılmaya başlamış, bu durum Batum ve çevresini de büyük oranda etkilemiştir. Rusya’nın bölgede ilerlemesi askerî açıdan olduğu kadar nüfus yapısını da büyük oranda etkilemeye başlamıştır. Bu incelemenin amacı, Batum merkez mahalleleri ile merkeze bağlı köylerin Müslim ve gayrimüslim nüfus oranlarınısosyal ve toplumsal açıdan ayrıntılı olarak incelemektir. Ayrıca, bölgede meydana gelen nüfus hareketleri hakkında da bilgi verilecektir.
Anahtar Kelimeler: Batum, Nüfus Defteri, Lazistan, Batum Müslümanları, Gönye.

ABSTRACT
XIX.Century Batumi, bothstrategicallyas well aseconomicallyconnected toTrabzonwas an important cityof the state. XIX.century the citywasconsidered ademographicandculturalstructurewhere Muslimsare in the majority. XIX.Thecenturyofdominationof theOttomanEmpireafterRussia'ssouthernCaucasusCaucasushas beguntosagseverelyshaken, thissituation hasalsogreatly affecttheBatumiand the environment.Progressin the areaof Russiabeganto affectgreatlythestructure of the populationas well asmilitarily.The purpose ofthis investigation, Batumicenterof thevillage in thecentralneighborhoodwithMuslimandnon-Muslimpopulationratesis to examinein detailthesocial and communityaspects.Also, the region will also provide informationabout themovement of populationsfrom occurring.
KeyWords:Batumi, PopulationRegistry, Lazistan,BatumiMuslim, Gonio.

 


Giriş

Tiflis ve Etrafında Müslüman Nüfusu ve Azalma Sebepleri (9-13.yüzyıllar)
Reşad Mustafa*
(Bildiri özeti)
Tiflis ve etrafı halife Hz.Ömerin hilafet döneminden itibaren İslam’la tanışmaya başlamışlar.8.yüzyılın 30’lu yılların sonunda-40’lı yılların başlarında Azerbaycan’ın Ardebil bölgesi feth edildikten sonra Arran’a – Kuzey Azerbaycan’a fetih yolu açıldı ve Suraka bin Amr’ın yönetimindeki ilk müslüman birlikleri fetih harekatını devam ettirdiler. Ordusunu Arran’ın dört istikametine (Muğan, Tiflis, el-Lan dağları, Salman ibn Rabianın istikameti)gönderen Suraka Habib ibn Mesleme başçılığındakı ordunu Tiflis ve etrafına da göndermişti. Habib 646-da Tiflis’e yeniden gelmiş, yerel halkla bir amanname imzalayarak halkın emlak ve inancını güvence altına almıştı. Ayrıca burada İslam’ı tebliğ ve irşad faaliyetleri için Abdurrahman ibn Caz es-Suleymi’yi vazifelendirmişti. İrşad faaliyetleri sonucunda şehirde artan müslüman nüfusu kuzey topraklarının fethi için Tiflisi önemli bir karargah haline getirmiş, Batıdan Bizans, kuzeyden hazarlarla savaşta çok önemli stratejik mevkiye sahip olduğu için Tiflis daim önem verilen bir şehir olmuştur. Bunun bir sonucu olsa gerek şehir her zaman gelişmiş, müslümanların sayı durmadan artmış, 704-te şehirin kendisinde para darphanesi olmuştur. İslam nüfusunun önemine binaen II Mervan 732 yılında Hazar-arap savaşları sonrası İslamı kabul eden 20 bin hazar ailesini İslamı daha iyi öğrenmeleri, müslüman gibi asimile olmaları için Tiflis etrafına yerleştirmişti.

Abbasi halifesi Harun er-Reşit’in vefatından sonra Hilafet içindeki taht savaşları, hoşnutsuzluklar başkentin bölgelere kontrolünü zayıflatıyordu. Bunun doğal sonucu olarak bölgelerde özerk bir yönetim biçimi şekillenmiş oluyordu. 9.yüzyılın başlarında Tiflis ve etrafı neredeyse tamamen bağımsızdı, Şuaybiler ailesi irsi bir yönetimi sağlamaya çalışıyordu. En önemli Şuaybi emiri İshak ibn İsmail 829-da Bizans imparatoru Theophilos’u yenerek Kars etrafından Deryal geçitine kadar bölgeyi kontrolü altında tutuyor, Abhazya ona vergi veriyor, komşu hristiyanların dini işlerine bile müdahele ede biliyordu. Ama Abbasiler onun ve müslümanların bu kadar güçlenmesini kendi iktidarlarına tehdit olarak görmüş, 853-te Buğa önderliğinde bir ordu Tiflis’e yürüş etmiş ve İshak’ı ve oğlunu idam etmiş, şehri tamamen yakmıştır.

*Reşad Mustafa-Azerbaycan Milli İlimler Akademisi, A.A.Bakıhanov adına Tarih Enstitüsü, araştırma görevlisi
Sonuçta, İshak’ın feth ettiği bölgeler elinden çıkmış, etraf hristiyan beylikleri güçlenmeye başlamıştır. Tiflis müslümanlarının nüfus azalmasının ilk aşaması Buğa’nın Tiflis hücumu ve sonrasında Tiflis emirliğinde yaşanan hakimiyetsizlik problemi, çevre bölgelere emirliğin kontrolun kaybetmesi ve bölgelerin hristiyan beyliklerinin eline geçmesi ile müslümanların ya Tiflis’e, ya da etraf başka İslam şehirlerine göçmesidir.

Bu olaydan sonra, özellikle 11.yüzyıldan itibaren Tiflis devamlı hristiyanların hücumlarına maruz kalmıştır. Özellikle etraftakı farklı etnik kökene sahip hristiyanların bir devlette birleşerek koalisyon oluşturması tehditi daha da büyütmüş, Caferi emiri III Cafer bin Ali (1011-1046) döneminde Tiflis emirliğinin sınırları o kadar küçülmüştür ki, emirlik sadece Tiflis şehrini ve ondan vassal asılılığında bulunan bir kaç şehri kapsamıştır. Hristiyanların yeni bir devlet- koalisyon oluşturarak emirliğe devamlı yürüşleri nüfüs azalmasının ikinci aşamasıdır.

Selçuklu fetihlerinden sonra şehir ikinci kalkınma dönemini yaşadı, şehir önemli ölçüde kalkındı, şehrin üzerinden tehditler kalktıysa da, emirlik hakimiyetine son verilir. Şehir selçuklu memurları tarafından idare edilmeğe başlar. Sonuçta selçuklu merkzinde problem baş kaldırınca bölgelerde kontrol zayıflar ve bu da sınır bölgelerini tehlike altında kalmasına sebep olur. Selçuklu’ya Haçlı yürüşlerinden sonra IV Davit ordusunu neredeyse kıpçaklardan oluşturarak Tiflis ve etrafına yürüş eder ve işgale başlar. 1121 yılında Didgori’de Selçuklu ordusu IV David’e karşı savaşı kaybeder. Bunun sonucunda IV Davit savunmasız kalan ama direnen Tiflis’i işgal eder, üç gün şehir yağmalanır, yakılır, şehirde büyük bir kıyım yaşanır. Üç günden sonra şehrin ticari ve siyasi önemi üzerine IV Davit yeni idare biçimi uygular, ama diğer müslüman şehirlerini de yağmalamaya, oralara yürüşe devam eder. 1123-te Tiflis emirliğinin vassal şehirlerinden olan Dumanis te işgal edilir. Hristiyanlarla yaşamak istemeyenlere göçe izin verilir. Tiflis’in hristiyanlarca işgali müslüman nüfusunun azalmasının üçüncü aşamasıdır.

İşgale ve Hristiyan devletin başkentine dönüştürülmesine rağmen Tifliste müslüman ahali çok önemli bir mevkiye sahipti. Hatta Tiflisin gürcü işgalinden sonra moğol yürüşlerine kadar gürcü paraları arap alfabesiyle darp edilmiştir. Bu gürcü Abhaz-Kartli birleşik hristiyan devletinde müslümanların medeni olarak ne kadar önemli bir yer tuttuğunun göstergesidir. Moğol yürüşleri döneminde 1226 yılında Celaleddin Harzimşah şehir müslümanlarının da yardımıyla şehri hristiyanlardan geri alır. Ama Harzimşah ordularının disiplinsizliği müslümanları rahatsız eder. 1227-de Celaleddinin şehirde olmamasını fırsat bilen gürcüler hücum ederek şehri yakar, müslümanları katlederler. Celaleddin şehri kurtarmak için geri döndüğünde Tiflis’te nefes alan bir can bile bulamaz. 1227-ci yıl faciası Tiflis’te müslüman nüfusunun azalmasının dördüncü aşamasıdır.

 

 

XIX. Yüzyılda Batum’da İlim Çevresi ve Âlimler: Hüseyin Fikri Efendi ve Ali Haydar Efendi Örneği
Orhan EKER
Uzun yıllar Osmanlı idaresinde kalan Batum ve Acara bölgesinde birçok maddî medeniyet kalıntılarına rastlamak mümkündür. Osmanlı devleti maddî kültür kalıntılarına ilave olarakbölgede önemli manevî izler de bırakmıştır. İşte bu incelemenin amacı,bölgedeki eğitim-öğretim kurumları yanındaSicill-i Ahval defterlerindeki kayıtlardan hareketle Batumlu Osmanlı âlimlerinin yetiştikleri eğitim çevresi, aldıkları dersler ve istihdam alanlarıyla ilgili bilgilerin değerlendirilmesini yapmaktır. Bunun yanında Sicill-i Ahval defterlerinden ve Trabzon Vilâyet Salnamelerinden elde edilen bilgiler doğrultusunda LazistanSancağı'nda eğitim-öğretim faaliyetlerinde bulunan sıbyanverüşdiye mektepleri ile medreseler hakkında da bilgi verilmiş ve âlimlerin yetiştikleri ilim çevresi de Hüseyin Fikri Efendi ve Ali Haydar Efendi örneği üzerinden değerlendirilmeye çalışılmıştır.
Anahtar kelimeler:Eğitim-Öğretim, Sıbyan Mektepleri, Rüşdiye Mektepleri, Medreseler.
Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Tarihi ve Sanatları Bölümü Yüksek Lisans Öğrencisi.

 

1 Numaralı Ahıska Şeriyye Sicili'ne Göre (1233-1241/1817-1825) Çıldır/Ahısha Eyaleti'nde Dini Hayat
Salih Değirmenci*
Şeriye Sicilleri, Osmanlı Tarihi araştırmalarında birinci derece istifade edilen kaynaklardandır. Bu kaynaklar, şehir tarihçileri ve mahalli araştırmacılar açısından ayrı bir önemi haizdir. Rus işgaline uğramış olan Trabzon, Van, Erzurum ve Kars Eyaletleri’nin Şeriye Sicilleri’nin mevcudiyeti henüz tespit edilmiş değildir. Bugün eyalet kazalarından birçoğu Gürcistan topraklarında bulunan Ahısha/Çıldır Eyaleti’nin de maalesef şeriye sicilleri yoktur. M. Fahrattin Kırzıoğlu’nun yerel araştırmaları sırasında rastlayıp Ankara Etnoğrafya Müzesi’ne kazandırmış olduğu ve bugün de Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı’nda bulunan H. 1233-1241 tarihli MŞH. ŞSC. 373 numarada kayıtlı tek bir sicil mevcuttur. 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı öncesinde Çıldır Eyaleti’nin siyasi, idari, askeri ve içtimai yapısı hakkında çok önemli bilgileri haizdir. Dini ve İslami alanda da birçok verinin bulunduğu bu sicilde Çıldır Valisi Ahmed Paşa’nın Ahısha Kalesi dâhilinde inşa ettirmiş olduğu Ahmediye Camii, Medresesi ve Türbesi ile Receb Ağa ve İsmail Efendi Camileri, Siyer-i Kebir isimli kitabın İslamın neşri ve ilim ehlinin tetebbusu için vilayetlere gönderilmesi, Müftü Tahir Efendi, İslam’la şereflenen David’in Tiflis’e firarı ve idamı ve Çıldır Eyaleti Cizyesi’nin tahsil ve sarfiyat alanları bu bildiride üzerinde durulacak konulardandır. 
Anahtar Kelimeler: Ahısha/Ahıska, Çıldır, Vakıf, Camii, Medrese, Türbe, Siyer, Müftü, İmam. *Uzman/Başbakanlık Osmanlı Arşivi

 

Gürcistan Müslümanlarının Bugünkü Durumları
Türkolog Prof. Dr. Zaza Tsurtsumia
Tiflis Ivane Cavahişvili Devlet Üniversitesi
Gürcistan’a Komşu Devletleri Araştırma Enstitüsü

ÖZET
 Gürcistan’da İslam Hristiyanlıktan sonra en yaygın olan dindir. Müslümanlar ülke nüfusunun yüzde 13 kadar oluşturmaktadır. 
 Ülkenin toplam nüfüsü 3 milyon 700 bin kişiden Müslümanlar 450 bin. Gürcistan’da hali hazırda 300 kadar cami, medrese ve Kur’an Kursları bulunmaktadır. 
 Gürcistan’da Müslümanlar ülkenin doğusundaki Kartli ve Kaheti bölgerinde, batısındaki Acara ve Abhazya’da yaşamaktadırlar. Gürcistan’ın Türkiye sınırındaki Mesheti (Ahıska) bölgesinde de müslümanlar bulunmaktadır. Gürcistan müslümanlarının önemli bir kısmı başkent Tiflis’te ikamet etmektedir. Acara bölgesinden ekoloji sorunlarından dolayı yer değiştiren müslümanlar doğu Gürcistan’daki Tsalka ilçesinde de yoğun olarak yaşamaktadır. Ayrıca Guria bölgesinde bazı köylere yerleşen Acaralı Müslüman Gürcüler bulunmaktadır. 
 Gürcistan müslümanları Sünni İslam’ın Hanefi mezhebine bağlı olan Acaralı Gürcüler ve çoğunluğu Şiilik mezhebine bağlı Azeriler olarak ikiye ayrılabilir. Bununla birlikte Azeriler arasında önemli miktarda Sünniler de vardır. Bunun dışında Gürcistan’ın doğusunda Pankisi vadisinde Çeçenler (Gürcüce Kistler) ve Kvareli ilçesinde ise Dağıstan kökenli Müslüman Avarlar yaşamaktadır. Kisti’ler ve Avarlar Sünnidir.
 2011 yılında Tiflis’te bütün Gürcistan Müslümanları İdaresi (“Sruliad Sakartvelos Muslimta Sammartvelo”) adıyla bir yapı kuruldu. 
 Müslüman gençlerin din eğitimi almaları konusunda en başlıca problem, Gürcistan’da dini eğitim veren bir yükseköğrenim kurumunun bulunmamasıdır. Bu yüzden Gürcü Sünni müslümanlar genellikle Türkiye’ye, Azeri Şiiler de İran’a giderek ilahiyat fakültelerinde din eğitimi almayı tercih etmektedir.

 

 

 

 
OSMANLI ARŞİVi KAYITLARINDA GÜRCİSTAN VE GÜRCÜLER
Mümin Yıldıztaş
Araştırmacı-Tarihçi
Başbakanlık Osmanlı Arşivi/Uzman

Osmanlı devletine onlarca sadrazam, vezir, din adamı ve yüksek dereceli yönetici kazandıran Gürcü ulusu, yüzlerce yıl devam eden bir medeniyetin inkişâfına da ortak olmuştur. Bu sebeple Gürcü tarihini, Kafkasların bir bölgesine hapsetmenin pek de yerinde olmayacağı aşikardır. Türk ve Gürcü uluslarının 21. yüzyılda yaşayan nesillerinin, Gürcü asıllı padişah anne ve eşlerini, serhatlarda ordular idare eden Gürcü serdarlarını, paşalarını, mensubu bulundukları devlet adına yedi iklim, üç kıtaya hükmeden Gürcü sadrazam ve vezirlerini, Gürcü sanatkarlarını ve din adamlarını her kademedeki Gürcü amir ve memurlarını unutmaya hakları yoktur. 
Bu gün bağımsız bir devlet olan Gürcistan’ın asgari 500 senelik tarihini yazmak için Osmanlı Arşivi en önemli kaynaktır. Bununla beraber yüzlerce yıl süren Türk-Gürcü ortak tarihi ile ilgili olarak  Osmanlı Arşivleri’nden istifade edilerek yapılan çalışmalar oldukça yetersizdir. Bu ise tarihi hakikatlerin yerini hurafelere veya kasıtlı saptırmalara bırakmaktadır. Bu tebliğ, Gürcistan tarihinin belli bir kesitini ve bu süreçteki Osmanlı-Gürcistan münasebetlerini belgesel bir bakışla ortaya koymak için hazırlanacaktır.


GÜRCİSTAN MUHACİRLERİNİN KENDİ İFADELERİNDEN OSMANLI DEVLETİ'NE GÖÇÜN SEBEPLERİ
(1894 Tarihli Rusça Dilekçeler Işığında)
Mustafa Tanrıverdi

Gürcistan sınırlarından Osmanlı Devleti’ne yapılan göçlerin önemli çoğunluğu Müslümanların yoğunlukta olduğu Ahıska, Ahılkelek, Borçalı ve Tiflis taraflarından gerçekleşmiştir. Bunlar arasında en yoğun göç, sınıra yakın olması nedeniyle ve bölgede yaşayan Ermenilerin tacizlerinin de etkisi ile Ahıska ve Ahılkelek taraflarından gerçekleşti. 
 Bilhassa 1894 yılında göç hareketinin yoğunlaştığı görülmektedir. Bunun kitlesel bir hal alması neticesinde Rusya’nın da bir takım endişeler taşıdığı ve hatta göçü engelleme çabalarının olduğu görülmektedir. Yoğun talebin esasen hangi gerekçelerle yapıldığını anlamak adına, Tiflis’ten görevlendirilen bürokratlar göç talebi olanlar ile görüşmeler gerçekleştirmiş ve göç etmeye hazırlananların ifadeleri dilekçeler halinde kayıt altına alınmıştır. Bu anlamda bu dilekçeler bölge Müslümanlarının göç etme gerekçelerini ortaya koymaktadır. 
 Göç gerekçelerinde temelde iki husus ortaya çıkmaktadır. Bunlardan birincisi, bilhassa Ahıska taraflarında yayılan Müslümanların zorunlu askerliğe tabi tutulacağı söylentisi; ikincisi ise ormancılık ile geçinen bölge Müslümanlarının Ermeni orman muhafızları tarafından hiçbir gerekçe gösterilmeksizin cezalandırılması ve bu cezaları ödeyebilecek güçlerinin olmaması idi. Bunların yanında onlara göç etmekten başka seçenek bırakmayan ekonomik gerekçeler sıralanabilir. Tiflis Gubernatörlüğü’ne hitaben kaleme aldıkları göç dilekçelerinde bölge Müslümanları gerekçelerini oldukça ayrıntılıolarak açıklamışlardır. Bu bildiri bu anlamda ele alınarak, muhacirlerin ifadeleri doğrultusunda göçün gerekçeleri aktarılmaya çalışılacaktır.

 

 

 

 


XIX ƏSRİN BİRİNCİ YARISINDA GÜRCÜ EGZARXININ İNGİLOYLARI XRİSTİANLAŞDIRMAQ CƏHDLƏRİ
İradə ƏLİYEVA
AMEA A.A.Bakıxanov adına
Tarix İnstitutunun böyük elmi işçisi


Çarizm Qafqazın müsəlman əhalisi arasında xristianlaşdırmaq siyasətin həyata keçirilməsinə hələ XVIII əsrin ortalarından başlamışdı. Müsəlman əhali arasında xristianlığı yaymaq məqsədilə Qafqaza pravoslav missionerləri hələ 1745-ci ildə göndərilmiş, lakin bu ilk cəhd uğursuz olmuş, onlar iyirmi ildən artıq bir müddətdə əsasən osetinlərdən olmaqla 2142 nəfəri xristianlığı qəbul etməyə məcbur edə bilmişdilər. İlk uğursuzluqdan sonra çar hakimiyyət orqanları məqsədyönlü şəkildə fəaliyyətə başlasalar da, zorakı xristianlaşdırma işində uzun müddət ciddi nəticələr əldə etmək mümkün olmamışdı. Qafqazın dağlı xalqları arasında xristianlığı yaymaq məqsədilə 1771-ci ildə təşkil olunmuş Mozdok-Osetin komissiyası da yarandığı vaxtdan 1792-ci ilə kimi keçmiş iyirmi il müddətində cəmi 6675 nəfəri pravoslavlaşdıra bilmişdi. Şimal-Qərbi Azərbaycanda isə bu məkrli niyyətin həyata keçirilməsi üçün ingiloylar seçilmiş, bu məqsədlə də onların xristianlaşdırılması, pravoslavlaşdırılması, gürcüləşdirilməsi kimi çirkin bir siyasətə əl atılması nəzərdə tutulmuşdu. Bölgənin əhalisi və tarixi haqqında məlumat toplayan çarizmin ideoloqları da Car-Balakən camaatlığının tarixi keçmişi ilə bağlı gürcü tarixi ədəbiyyatında kök salmış yanlış iddianı – qədim gürcü torpaqları olan bu bölgənin Şah Abbasın köməyi ilə dağlılar tərəfindən işğal olunması, yerli gürcü əhalinin zorla müsəlmanlaşdırılması kimi yanlış konsepsiyanı qəbul etməklə Rusiyanın bu “tarixi ədalətsizliyi” aradan qaldırmaq, bölgəni işğal edərək Gürcüstana qatmaq zorunda olduğunu qeyd edirdilər. Tarixşünaslıqda geniş yayılmış bu konsepsiyaya görə ingiloylar “müsəlmanlaşdırılmış gürcülər” hesab olunur və Rusiya tarixşünaslığında konkret məqsədlə formalaşdırılmış olan bu konsepsiya gürcü tədqiqatçıları tərəfindən böyük dəstək alaraq daha da inkişaf etdirilmişdir.

 

 

 

 


19.yüzyıl İlk yarısında Borçalı, Kazak, Şemşedil Bölgesinde Rusya İdaresi
Hayri ÇAPRAZ
Süleyman Demirel Üniversitesi 
Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü
hayricapraz@sdu.edu.tr

19.yüzyılın ilk yarısında Gürcistan sınırının güneydoğusunda kendine has yönetim şekillerinesahip Türk toplulukları bulunmaktaydı. Gürcü krallığı ile yakın ilişkileri bulunan bu yönetim bölgeleri, 1801 yılında Rusya’nın Gürcistan’ı ilhakı ile Petersburg’a tabi hale geldiler. Bölgenin yönetiminden sorumla ağalar,yeni idare adına görev yapacak mouravilerin veya pristavlarındenetimine verildiler. Güney Kafkasya genelinde olduğu gibi, Türk toplulukları üzerinde Rusya idaresinin etkinliğinin artırılması amacı ile, zaman zaman Rusya askeri kuvvetlerinden komutanlar pristav olarak atandılar. Ancak bölgede istenilen idari yapı kurulamadı ve hatta idareye karşı tepkiler oldu. Rusya idaresi, Kafkasya’da kendisine karşıoluşan muhalif gruplara yenilerinin eklenmemesi için, söz konusu bölgedeki tasarılarından vazgeçmek zorunda kaldı. Bu çalışma 1818, 1830-1831, 1840-1841, 1846-1847 yılları arasında yasal düzenlemelerleBorçalı, Kazak ve Şamşadil’de kurulan veya kurulmaya çalışılanyönetim yapısını inceleyerek, Rusya’nın idare politikasını ortaya koymaktadır.

 

 

 

 

 

 

 

Konya'da Bir Selçuklu Gelini: Mevlana Müridesi Gürcü Hatun
Özet
XIII. yüzyılda Gürcistan’ın geniş sınırlarına ulaştıran Gürcistan Kralı Tamar’ın (1160-1212) torunu Prenses Tamar’ın (Gürcü Hatun) Anadolu Selçuklu hükümdarı II. GıyaseddinKeyhüsrevile evliliği iki devlet ve toplum arasında yakın ilişkiler kurulmasına vesile olmuştur. Selçuklu kaynaklarında Gürcü Hatun olarak zikredilen Prenses Tamara Konya’ya geldikten sonra büyük mütefekkir Mevlânâ Celâleddîn-î Rûmî ile de yakın ilişkiler kurmuştur. Mevlana’nın gözünde müstesna bir yeri olan ve iki güzide hanım talebesinden biri olanGürcü Hatun, yaşadığı dönemde mevki sahibi, zengin ve yardımsever bir kişi olarak tanınmıştır. Bu çalışmanın amacı, Gürcü Hatun öncesi Türk Gürcü ilişkilerine kısaca değinerek, Gürcü Hatun’un II. GıyaseddinKeyhüsrevile evliliği ve sonrasında gelişen hadiseler ile özellikle deMevlânâ ile kurduğu yakın dostluğuTürk ve Gürcü kaynaklarına dayanarak incelemektir.

Anahtar Kelimeler: Gürcü Hatun, Prenses Tamar, II. GıyaseddinKeyhüsrev, Anadolu Selçuklu, Mevlana, Konya.

 

 

 

 

 

 

 


GÜRCİSTAN'DAKİ TARİHİ CAMİLERİN TÜRK-İSLAM SANATINDAKİ YERİ

Yrd.Doç.Dr.Osman AYTEKİN
Van-Yüzüncü Yıl Üniversitesi
                                                                                              E.mail: aytekinosman@yahoo.com 

 Kafkas Dağları’nın güneyinde, Karadeniz’e kıyısı olan ve 1991   yılında   Sovyetler   Birliği’nden   ayrılmış  nüfus   ve   coğrafik açıdan   küçük   bir   ülke   konumundaki   komşumuz   Gürcistan Cumhuriyeti   (საქართველოს რესპუბლიკა);   kuzeyden   Rusya Federasyonu,   doğudan   Azerbaycan,   güneyden   Ermenistan, güneybatıdan Türkiye, batıdan ise Karadeniz ile çevrelenmiştir.
  Gürcistan'daki Türk varlığı, Selçuklu döneminde başlarsa da gerçek manada Osmanlı döneminde (16. yy.) gerçekleştiği ve 11 Mart 1921 tarihli Moskova Antlaşması'na kadar sürdüğü bilinmektedir. Gürcistan'ın günümüzdeki resmi dini Hıristiyan Ortadoks olup, Azeri Türkleri ve İslamlaşan Gürcülerden oluşan Müslüman cemaate sahiptir.
 Bu bildirimizin içeriği; başkanlığımdaki bir ekip tarafından 2007 yılında Türk Tarih Kurumu'nun destekleri ile Gürcistan'da gerçekleştirilen  arazi   incelemelerine   dayanmaktadır.   İlk   kez tarafımızca,  Gürcistan'daki   Osmanlı   Kültür   Varlıklarına yönelik olarak yapılan bu araştırma sayesinde çok sayıda Türk-İslam medeniyetine ait tarihi değere sahip taşınmaz kültür varlığının tespiti ve incelemeleri yapılmıştır. Buradaki tarihsel yapıların başında camiler gelmektedir. Özellikle Acara ve Ahıska bölgelerinde karşımıza çıkan cami mimarisi, Gürcistan'ın siyasi yönetimine paralel olarak olumlu ve olumsuz şekilde etkilendiği izlenmektedir. Örneğin, Gürcistan'ın şehir merkez ve köylerindeki camiler bakımsızlık yüzünden zamanla yıprandığından, 1991 yılı sonrasında ülkedeki yönetsel özgürlüğe paralel olarak; Batum-Merkez  Orta   Camii   (1866) ve Ahaltsihe-Merkez Ahmediye   Camii  (18.yy. ortası)  gibi yapılar, Gürcistan hükümeti tarafından restore edilmiştir. Halihazırda, özellikle köy camilerinin önemli bir bölümü ya tamamıyla yıkılmış ya da Müslüman cemaati kalmadığı için metruk hale gelmişlerdir.
 Sonuç olarak; Türkiye-Gürcistan arasındaki ticari gelişmişliğe rağmen, kültürel işbirliğinin arzulanan düzeyde olduğu söylenemez. Tespitlerimiz ışığında, günümüze ulaşan ve ekseriyeti Osmanlı dönemine ait Gürcistan'daki tarihsel camiler, Sanat Tarihi açısından görsel malzeme eşliğinde irdelenerek, Türk-İslam Sanatındaki  yeri belirlenmeye çalışılacaktır.
 

 

 

“GÜRCİSTAN’DA MİLLİYETÇİLİK, SOSYALİZM VE HIRİSTİYANLIK ARASINDA MÜSLÜMAN GÜRCÜLER”

Doç. Dr. Mehmet Bülent ULUDAĞ
  İzmir Katip Çelebi Üniversitesi, İİBF, Uluslararası İlişkiler Bölümü Bşk. Yrd.
   Türk-Gürcü Eğitim Vakfı Üyesi
 mehmetbulentuludag@gmail.com

ÖZET: Bu bildiride Çarlık Rusyası’nın egemenliğinden itibaren Gürcistan’daki sosyal ve siyasal dönüşümlerin sonucunda 1990 sonrası bağımsızlık sürecinde Gürcistan’daki tablodan bu ülkedeki Müslüman toplum için nasıl sonuçlar doğduğu değerlendirilecek ve Balkanlar, Rusya gibi başka bazı bölgelerde yaşanan benzeri durumlarla mukayeseli analizlerle Gürcistan’ın iç ve politikasına dair olası bazı gelecek senaryoları üzerinde durulacaktır. Türk-Gürcü ilişkilerinin tarihsel boyutlarının Gürcistan’daki izleri ve bunların günümüzde nasıl ele alınabileceği sorunsalı da araştırmanın bir başka yönünü oluşturmaktadır. Gürcü toplumu bakımından Hıristiyan dininin ve İslamiyetin nasıl bir önem arzettiği ve dinlerarası ilişkilerde nelere dikkat edilmesi gerektiği hususu da nihai olarak ele alınacaktır.

ANAHTAR KELİMELER VE KONU BAŞLIKLARI: Gürcistan, Acara, Batum, Müslüman Gürcüler, Kafkasya’da Hıristiyanlık ve İslam, Türk-Gürcü İlişkileri

 

 

 

 

 

 

 

XI əsrin 30-40-cı illərində Tiflis əmirliyi uğrunda mübarizədə Şəki çarlığı
Əliyev Şirinbəy Hacıəli oğlu
Tarix elmləri namizədi, dosenti

Açar sözlər: Tiflis əmirliyi, mübarizə, regional rəqabət.
Xilafətin çökməsinin ardından meydana gəlmiş Tiflis müsəlman əmirliyinin tarixi mürəkkəb və ziddiyyətli məqamları ilə diqqət çəkir. Son dövrlər Azərbaycan tarixşünaslıgında aparılmış elmi araşdırmalar nəticəsində Tiflis müsəlman əmirliyinin tarixi ilə bağlı bir çox mübahisəli məqamlara aydınlıq gətirmək mümkün olmuşdur. XI əsrin 30-40-cı illərində region dövlətlərinin diqqət mərkəzində olan Tiflis müsəlman əmirliyi uğrunda mübarizə xeyli kəskinləşmişdi. Müvafiq dövrdə tənəzzül dövrünü yaşayan Tiflis müsəlman əmirliyinə sahiblənmək iddiasında olan Abxaz-Kartli çarı IV Baqratla (1027-1072) yanaşı, Gəncə Şəddadilər əmirliyi (971-1087) və Şəki çarlığı (886-1104) kimi Azərbaycan feodal dövlətləri də bu  mübarizəyə qoşulmuşdular.  
Orta əsr gürcü mənbəsindən aydın olur ki, müvafiq dövrdə qüdrətli Kldekar eristavı Liparit əzəli düşməni Tiflis əmiri Cəfər ibn Əliyə (1032-1046) qarşı çıxaraq Abxaz-Kartli çarı IV Baqratı Tiflisi ələ keçirməyə təhrik etmişdi. Eyni zamanda Tiflisə şəxsən sahib olmaq məqsədilə o, gizlicə sövdələşdiyi Şəki çarı Qağikin (1037-1058) də Tiflisə qoşun çəkməsinə nail olmuşdu. Beləliklə, Abxaz-Kartli çarı IV Baqrat sağsahildən, Şəki çarı Qağik isə solsahil İsani tərəfdən şəhərə yaxınlaşaraq Tiflisi mühasirəyə almışdılar. Şiddətli mühasirəyə baxmayaraq Tiflis sakinlərinin müqavimətini qırmaq mümkün olmamış və şəhər uğrunda mübarizə iki il uzanmışdı. Orbeti və Parsxisi qalalarını tutmaqla müəyyən uğurlar əldə etməsinə baxmayaraq, Abxaz-Kartli çarı IV Baqrat Liparitin Tiflislə bağlı planlarını gec də olsa dərk etmiş və Tiflis əmiri ilə sülh bağlayaraq mühasirədən əl çəkmişdi.
 IV Baqrat Tiflisə tam sahibi olmaq üçün, ilk növbədə, başlıca rəqiblərini zərərsizləşdirməyi qarşısına məqsəd qoydu. Lakin ölkə daxilində Kldekar eristavı Liparitin getdikcə artan təzyiqləri,  kaxlardan və ermənilərdən ibarət qoşunların Lipariti dəstəkləməsi  nəticəsində IV Baqrat özünün işğalçılıq planlarını müvəqqəti təxirə salmalı oldu. Beləliklə, Abxaz-Kartli çarı IV Baqrat tərəfindən Tiflis müsəlman əmirliyinə qarşı gözlənilən təhlükə bir müddət sovuşdu. 

 

 


İLK DÖNEM İSLÂMÎ İLİMLERDE ÖNEMLİ BİR MERKEZ TİFLİS 

Doç. Dr. Ali İPEK  
Kars Üniversitesi  


     Özet
     Gürcistan ve buranın idare merkezi Tiflis, Hz. Osman döneminde (23-35/644-656)                Habib b. Mesleme’nin başında bulunduğu Şam karargâhına bağlı İslâm ordusu tarafından barış yoluyla fethedilerek hilâfet idaresine alındı.. Tiflis, hem ordu karargâhı ve hem de yine  idare merkezi olarak seçilmiş oldu. Habib b. Mesleme, bundan sonra sürdürdüğü fetih hareketleriyle bu ülkenin tamamına yakın bölümünü İslâm hâkimiyetine  kattı (25-33/645-653). 
    Gürcistan’da kurulan İslâm hâkimiyeti, öncelikle Müslümanların burada yerleşmelerinin önünü açtı. İslâm dininin Gürcüler arasında yayılmaya başlaması, her iki toplumun birbiriyle kaynaşmasıyla da, karşılıklı hoşgörüye dayalı bir hayat sürdürülür oldu. Bu ülke, İslâmî döneminde, siyaset ve ekonominin başını çektiği kültür faaliyetlerinde, medeniyet ürünlerinde zenginleşmenin kazanımına kavuştu.  
     Fetih sonrası Gürcistan’daki gelişmelerin önemli bir kısmının da ilmî faaliyetlerde seyrettiği görülüyor.  Müslümanların en yoğun olarak yerleştiği yerlerden biri olan Tiflis, yine bu alandaki gelişmelerin de önünü çekmiş,  İslâmî ilimlerin tedrisi açısından  zenginlik arz etmeye başlamıştı. Bu merkezdeki İslâmî ilimlerin temeli,  Kays b. Sa’d el-Mekkî gibi Sahabî, Abdurrahman b. Cez’ es-Sülemî gibi de  Tabiîn ve bunları takip eden ilk tabaka ilim erbabı tarafından atıldı. Tiflis’teki ilmî zenginliğin önemli bir kaynağını da, burada yerleşen Ehl-i Beyt’e mensup marifet ehlinin  oluşturduğu anlaşılıyor. Ehl-i Sünnet yolunun takip edildiği bu şehirde, Hadis ilminin tedrisi öne çıkıyordu. Tiflis’te Hadis’in yanı sıra, İslâmî ilimlerin diğer alanları ve farklı bilim dallarında da , “Tiflisî” nispetiyle meşhur çok sayıda ilim ehlinin yetiştiği görülüyor.

 

 

 

საქართველოსა და ირანის ურთიერთობა სეფიანთ დროს
საიდ მულიანი
საქართველო , თავისი განსაკუთრებული გეოგრაფიული ადგილმდებარეობის გამო ,როგორც აღმოსავლეთის და დასავლეთის დამაკავშირებელი რგოლი,ყოველთვის ექცეოდა ძლიერ იმპერიების გეოპოლიტიკური ინტერესების ეპიცენტრში,რასაც ხშირად მოჰყვებოდა სისხლისმღვრელი ომები,საქართველოს მოსახლეობის დარბევა და გადასახლება .
       ირანსა და საქართველოს მრავალ საუკუნოვანი ურთიერთობის ტრადიცია აქვთ.აკად.გიორგი წერეთელის თქმით:შუა აზიისა და სამხრეთ კავკასიის მიერ,აქემანიენთა იმპერიაში განვითარებული ადმინისტრაციული ,საზოგადოებრივი,პოლიტიკური და სამართლებრივი სტრუქტურების გაცნობას უდიდესი მნიშვნელობა ჰქონდა ამ რეგიონისათვის.
       მეზობელ სახელმწიფოთა ბრძოლა, გავლენის სფეროს გაზრდის მიზნით,საქართველოსათვის უბედურების მომტანი იყო.თუმცა ორი ქვეყნის მრავალსაუკუნოვანი ურთიერთობას სხვა მხარეც ჰქონდა.დიდი ივანე ჯავახიშვილი აღნიშნავს:სპარსულ პოეზიას დიდი გავლენა ჰქონდა ქართველებზე და მისი საგმირო და სააშიკო სიტყვიერება ქართველებს უყვარდა და შეჰხაროდა იმგვარადვე,როგორც თვით სპარსელები შეჰხაროდენ.თუ საქართველო პოლიტიკურ ცხოვრებაში სპარსელთა სამთავროებს ებრძოდა,პოეზია და კულტურა ქართველ-სპარსთა სულიერ ერთობას ჰქმნიდა და მტრობის მაგიერ სიყვარულს თესავდა.
      ისლამის გავრცელების შემდეგ,მაჰმადიანი სახელმწიფოები და ხელმწიფები,ისლამის გავრცელების მიზნით ანუ ჯიჰადის შესრულებისათვის სხვა და სხვა ქვეყნებს თავს ესხმოდნენ.საქართველო,როგორც ქრისტიანული ქვეყანა ,ყოველთვის მაჰმადიანი ჯარების უმნიშვნელოვანი მიზანი იყო,რაც უამრავი უბედურებების მომტანი იყო,საქართველოსა და ქართველებისათვის.
     მარვანიდები, სელჯუკები,თურქმენული შავ ბატკნიანები და თეთრ ბატკნიანები,თემურ ლენგი და სხვები ხშირად ლაშქრობდნენ საქართველოში.მარტო თემურ ლენგმა რვა ჯერ დიდი ჯარით საქართველოს თავს დაესხა და სასტიკად აოხრა მთელი ქვეყანა.
ირან-საქართველოს მრავალმხრივი ურთიერთობის აღზვევის პერიუდი,სწორედ სეფიანთ დროს იყო.მე 16 -საუკუნეში,როცა საქართველო სხვა და სხვა სამთავრო-საათაბაგოდ დაყოფილი ,დასუსტებული და დაქუცმაცებული იყო,ირანში შიიტური სეფიანთ ძლიერი დინასტია დაარსდა.ირანსა და ოსმალეთს დადებული ზავის თანახმად,საქართველოს აღმოსავლეთი ირანის ხოლო დასავლეთი ოსმალეთის გახდა.
შაჰ თამასბმა და შაჰ აბასმა მრავალ ჯერ ძლიერი და მრავალრიცხოვანი ჯარით რამოდენიმეჯერ ილაშქრეს საქართველოში.შაჰ თამაზმა 4 ჯერ საქართველოს თავს დაესხა და დაახლოებით 30000 კაცი ტყვედ წასხა ირანში.შაჰ აბასმაც ეს ტრადიცი გაგრძელა და თვისი მრავალ ჯერი ლაშქრობის შედეგად,აოხრა საქართველოს,ასი ათასობითკი ხალხი დაიხოცა ხოლო 200000 კაცი ირანში ტყვედ წაიყვანა.
ისქენდერ მუნში,შაჰ აბასის მემატიანე ,ამ მოვლენებს დეტალურად აღწერს.მისი თქმით :ისლამის გაჩენიდან აქმადე ასეთი ხოცვა-ჟლეტა არც ერთი მეფის დროს არსად არყოფილა.შაჰ აბასმა ქართველები ირანის სხვა და სხვა ადგილას გადასახლა.მათ შორის:მაზანდარანი,ისფაჰანი და ფარსი.შაჰ აბასი ,ქართველთა გადასახლებას სხვა და სხვა მიზნით ახორციელებდა.მას სურდა შეცვალა საქართველოს დემოგრაფიული მდგომარეობა და ქართველთა ადგილას თურქმენულ ტომებს ასახლებად,რათა ამგვარად დასრულებულიყო ქართველთა დაუმორჩილებლობის საშიშროება,მათი სანდო მოკავშირე ხალხის ჩანაცვლებით.
 ასევე შაჰ-აბასი ცდილობდა ,ძველი ძალების და მაღალი თანამდებობების მქონე ხალხის,ახალი ელემენტებით ანუ ქართველებით ჩანაცვლებას.მალე ტყვედ წაყვანილ ქართველებმა ,ირანის სხვა და სხვა უმაღლესი სამხედრო და საქვეყნო სტრუქტურებში უამრავი მაღალი და მნიშვნელოვანი თანამდებობები დაიკავეს.ისინი ჩამოყალიბდნენ როგორც ახალი ელიტა,რომლებიც ირანის სხვა და სხვა პროვინციებს და ქალაქებს მართავდნენ.ორი დიდი საგვარეულოს წარმომადგნელები საუკუნების მანძილზე უმაღლესი თანამდებობებს ფლობდნენ.ალავერდი ხან უნდილაიძე და მისი შვილი იმამყული ხანიკი შაჰის მარჯვენა ხელი,მისი სპასალარი და თითქმის ნახევარი ირანის მმართველები იყვნენ.
 ქართველები სეფიანთ დროს დიდი ავტორიტეტით სარგებლობდნენ.მათ მიერ აშენებული შენეობები ჯერაც ,სხვა და სხვა ქალაქებში არსებობს.მათ შორის უამრავი ხიდი,სკოლა,გზა,ქარვასლა და მეჩეთია.ამას ირანული წყაროები და ევროპელი მოგაურთა ნაშრომები ადასტურებენ.
ამჟამად მათი შთამომავლები ირანის სხვა და სხვა პროვინციებში და ქალაქებში ,მათ შორის :ისფაჰანში,ფერეიდანში და მაზანდარანში ცხოვრობენ.

 

 

6-8 Mayıs 2016













Okunma: 9579

Yazıya Yapılan Yorumlar
Yorum Yaz